Çocuklarımı Okula Göndermek İstemiyorum

Çocuklarımı Okula Göndermek İstemiyorum

Çocuklarımı Okula Göndermek İstemiyorum

Yazar / Yapay Zeka / Cumartesi, 20 Aralık 2025 01:40

Bir düşünün: Yıl 2010, üniversiteye yeni başlamışsınız. Elinizde kalın kalın ders kitapları, cebinizde fotokopi parası, kafanızda "bu dersi geçsem de kurtulsam" düşüncesi.

Hocayı dinliyorsunuz, not alıyorsunuz, sınava giriyorsunuz, geçiyorsunuz (veya geçemiyorsunuz), mezun oluyorsunuz. Sonra o kağıt parçası—diploma—size kapıları açıyor. En azından öyle olması gerekiyordu.

Şimdi 2025'e gelin. Telefonunuzdaki bir uygulama size istediğiniz konuda, istediğiniz seviyede, istediğiniz dilde ders verebiliyor. Otobüste, evde, parkta—nerede olursanız olun. Herhangi bir saatte, herhangi bir yerde. Sormadan edemiyor insan: O zaman o 4-5 yıl neydi? O harçlar, o krediler, o stres neydi?

Kral Çıplak

Açık konuşalım: Geleneksel üniversite eğitiminin temeli "bilgiye erişim" üzerine kuruluydu. Hoca biliyordu, sen bilmiyordin. Hoca anlatıyordu, sen öğreniyordun. Kütüphane vardı, kitaplar vardı, bunlara erişim sınırlıydı. Üniversite bu erişimi sağlayan kapıydı.

Ama şimdi? Şimdi dünyanın en iyi profesörlerinin anlattığı derslere YouTube'dan ulaşabiliyorsunuz. MIT'nin tüm ders materyalleri internette açık. Ve yapay zeka size sadece bu içeriklere ulaştırmakla kalmıyor, onları sizin için özetliyor, sorularınızı cevaplıyor, anlamadığınız yeri tekrar tekrar farklı şekillerde açıklıyor.

Ayda 20 dolara—bir günlük kahve masrafı kadar bir ücrete—dünya çapında uzmanlık seviyesinde bilgiye erişebiliyorsunuz. Peki Stanford'a, Harvard'a, Oxford'a yılda 80.000 dolar ödemeye ne demeli? Ya da Türkiye'de Koç'a, Sabancı'ya, Bilkent'e ödenen yüklü harçlar? Bu yatırım hâlâ mantıklı mı?

Bu soru rahatsız edici, biliyorum. Ama kral artık çıplak ve bunu görmezden gelemiyoruz.

Herkesin Cebinde Bir Özel Öğretmen

Eskiden özel ders almak lükstü. Varlıklı ailelerin çocuklarına tanınan bir ayrıcalık. Şimdi ise herkesin cebinde, 7/24 hazır bekleyen bir öğretmen var.

Üstelik bu öğretmen sadece matematik veya fizik anlatmıyor. Arıcılık mı öğrenmek istiyorsunuz? Osmanlıca mı? Makine öğrenmesi mi? Hat sanatı mı? Fındık, fıstık yetiştirmek mi? Finansal modelleme mi? Hepsinde yardımcı olabiliyor. Size özel sınavlar hazırlıyor, zayıf noktalarınızı tespit ediyor, ilerlemenizi takip ediyor.

Daha da ilginci, artık yapay zeka sizin için içerik de üretebiliyor. Bir konuyu öğrenmek istiyorsunuz, birkaç dakika içinde o konuda size özel bir podcast hazırlanıyor. Video, dokümantasyon, özet—ne isterseniz. Sanki koca bir prodüksiyon ekibi emrinizde.

Ve hafıza meselesi... Yapay zeka sizinle geçmiş konuşmalarını hatırlıyor. Geçen hafta nerede kaldığınızı biliyor. Bir "ikinci beyin" gibi çalışıyor. Bu, öğrenme sürecini inanılmaz hızlandırıyor.

Bir Ebeveyn Olarak İtiraf

Burada kişisel bir şey paylaşmak istiyorum: Çocuklarım bugün okuldan sıkılıyor. Okula gitmek istemiyorlar. Ve dürüst olmak gerekirse, devlet izin verse ben de göndermek istemiyorum.

Eğitime inanmadığım için mi? Kesinlikle hayır. Tam tersine, eğitime çok inanıyorum. Ama en iyi eğitim kurumunun bile bugünün gençlerine hitap eden, onların dünyasını anlayan, onların öğrenme biçimine uygun içeriğe sahip olmadığını görüyorum. Müfredat 20 yıl öncesinin dünyası için tasarlanmış. Öğretim yöntemleri 50 yıl öncesinin anlayışıyla şekillenmiş. Ama çocuklarımız 2025'in dünyasında yaşıyor.

Bu konuyu belki ilerleyen zamanlarda detaylandırırım. Ama şimdilik şunu söyleyeyim: Bu his, sanırım birçok ebeveynin içinden geçiyor ama kimse yüksek sesle söylemiyor.

Peki Sınıflar Ne Olacak?

Önce şu soruyu soralım: Sınıflar olacak mı?

Bu büyük ve karmaşık bir soru. Belki ayrı bir yazıda tartışmak gerek. Ama şimdilik şunu söyleyebiliriz: En azından yakın gelecekte sınıflar olmaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak sınıflardaki dersler aynı olmayacak, olamaz. İşte asıl ilginç dönüşüm de burada başlıyor.

Eğer bilgi aktarımını yapay zeka üstlenecekse, sınıfların rolü ne olacak? Öğretmenler ne yapacak?

Bence—ve bu beni heyecanlandıran kısım—sınıflar çok daha değerli mekanlara dönüşecek. Düşünsenize: Bilgiyi evde, kendi hızınızda, yapay zekayla öğreniyorsunuz. Sınıfa geldiğinizde ise o bilgiyi tartışıyorsunuz. Farklı bakış açılarını duyuyorsunuz. Münazara yapıyorsunuz. Empati kurmayı, dinlemeyi, ikna etmeyi öğreniyorsunuz.

Sınıf artık "hocanın anlattığı, öğrencinin not aldığı" bir yer olmaktan çıkıp, gerçek bir düşünce atölyesine dönüşebilir. Bilgiyi nasıl kullanacağınızı, nasıl uygulayacağınızı, nasıl sorgulayacağınızı pratiğe döktüğünüz bir alan.

Bu, eğitimin özüne dönmek gibi aslında. Sokrates'in Atina sokaklarında yaptığı şey: soru sormak, düşündürmek, tartışmak. Mimar Sinan'ın ustasından öğrenme biçimi: yanında durarak, yaparak, deneyerek. Fatih Sultan Mehmet'in Akşemseddin ve Molla Gürani gibi hocalarından aldığı eğitim: birebir ilgi, diyalog, zihinsel meydan okuma. Osmanlı medreselerindeki münazara geleneği: farklı görüşleri savunmak, karşı argümanları çürütmek, düşünceyi keskinleştirmek.

Ve bunlar artık sadece nostaljik hayaller değil. Bu fikirler bugün hayata geçiriliyor. Örneğin Amerika'daki Alpha School projesi tam da bu vizyonu somutlaştırıyor. Bu modelde yapay zeka destekli, kişiselleştirilmiş bir öğrenme sistemi uygulanıyor. Öğrenciler kendi hızlarında, "ustalık temelli" (mastery-based) bir yaklaşımla ilerliyor. Yapay zeka her öğrencinin güçlü ve zayıf yönlerini analiz ediyor, bilgi boşluklarını anında tespit ediyor ve bu boşlukları dolduracak dersler sunuyor. Nasıl mı çalışıyor? Sabah sadece 2 saat akademik çalışma: matematik, fen, dil ve okuma. Öğleden sonra ise liderlik, takım çalışması, girişimcilik gibi yaşam becerilerine ayrılıyor. Günde 2 saat akademik ders ve geri kalanı gerçek hayat becerileri—bu, eğitimin geleceğine dair çok güçlü bir işaret.

İşte yapay zeka çağında sınıf, belki de tam da bu geleneğe geri dönecek.

Tehlike Çanları: Kolay Erişimin Bedeli

Ama her şey bu kadar güllük gülistanlık mı? Hayır, ciddi riskler de var.

En büyük tehlike "zahmetsiz öğrenme" dediğimiz şey. Bilgiye erişim o kadar kolay ki, zorluk çekme, uğraşma, ter dökme kavramları yok oluyor. Soruyu sormadan önce bile cevap geliyor.

Oysa öğrenmenin en değerli kısmı o zahmetti, o uğraştı. Bir problemle saatlerce boğuşmak, denemek, yanılmak, tekrar denemek—bu süreç beyni gerçekten geliştiriyordu. Karakter inşa ediyordu. Disiplin öğretiyordu.

Şimdi ebeveynlerin ve eğitimcilerin en kritik görevi belki de bu: Çocuklara "her şeyin hazır gelmeyeceği" gerçeğini aşılamak. Emek harcamanın, zorlanmanın, hatta bazen başarısız olmanın değerini öğretmek.

Çünkü yapay zeka size balık tutmayı öğretebilir, ama sabırla saatlerce oltayı tutma iradesini veremez.

Geleceğin En Değerli Becerisi

Peki bu yeni dünyada hangi beceriler öne çıkacak? Kod yazmak mı? Veri analizi mi?

Aslında hayır. Ya da sadece bunlar değil.

Geleceğin en değerli becerisi "sentez yeteneği" olacak gibi görünüyor. Yani farklı alanları—tasarımı, teknolojiyi, araştırmayı, estetiği, insan psikolojisini—bir arada düşünebilme kapasitesi. Bir alanda uzman olmak değil, birden fazla alanın kesişiminde değer yaratabilmek.

Ve belki de en önemlisi: Kendi kendine öğrenebilme disiplini. Birisi size ne yapmanız gerektiğini söylemeden, bir yapay zekanın yönlendirmesine bile ihtiyaç duymadan, ilk ilkelerden yola çıkarak öğrenebilme becerisi.

Bu, eğitimin asıl "meta-becerisi" olacak. Öğrenmeyi öğrenmek.

Tren mi, Arazi Aracı mı?

Geleneksel eğitimi bir trene benzetebiliriz. Herkes aynı vagona biniyor, aynı rayda gidiyor, aynı duraklarda iniyor. Hız sabit, rota belirli, manzara herkes için aynı. Rayların gittiği yere kadar gidebilirsiniz, o kadar.

Yapay zeka destekli eğitim ise bir arazi aracına benziyor. Elinizde navigasyon var, ama direksiyon sizde. İstediğiniz zaman durup bir manzarayı inceleyebilirsiniz. Rotayı anlık değiştirebilirsiniz. Kendi hızınızda ilerlersiniz. Patikalar, keşfedilmemiş yollar, sürprizler—hepsi mümkün.

Ama bir fark var: Trende oturup camdan bakmak yeterliydi. Arazi aracında ise sürmeyi bilmeniz, nereye gitmek istediğinize karar vermeniz, bazen de çamura saplanınca kendinizi çıkarmanız gerekiyor.

Son Söz: Karar Vericilere Çağrı

Önümüzdeki 10-15 yıl eğitim için gerçek bir dönüm noktası olacak. Bazı kurumlar adapte olacak, bazıları direniş gösterip geride kalacak. Bazı diplomaların değeri düşecek, bazı becerilerin değeri artacak.

Ama burada bireylerden çok daha kritik bir aktör var: Devletler, bakanlıklar, politikacılar ve karar vericiler.

Eğer bu dönüşümün farkına varırlarsa, proaktif davranırlarsa, bu süreci en iyi şekilde yönetebilirler. Aksi takdirde çok ciddi bir açmazla karşı karşıya kalacaklar. Çünkü tutucu davranıp geleneksel yöntemlere sarılsalar bile artık onu uygulayamayacaklar—araçlar değişti, imkanlar değişti, öğrenciler değişti, her şey istemesek de değişiyor. Öte yandan yapay zeka araçlarına hazırlık yapmadıkları, yazılım geliştirmedikleri, kanunları güncellemedikleri sürece yeni sisteme de adapte olamayacaklar. Ve en kötüsü: Sadece kendileri değil, vatandaşlarını da geride bırakacaklar.

Burada çok önemli bir gerçeği kavramak gerekiyor: Yapay zeka araçlarını, içeriklerini bir bina gibi, bir okul gibi, hatta bir bilgisayar veya telefon gibi düşünmemek lazım. Geliştirilen bir uygulama, bir yazılım anında milyonlara ulaşabiliyor. Okul inşa etmeye, yeni cihaz dağıtmaya, altyapı kurmaya gerek yok. Geçmişte bireylerin çoğunun bilgisayara erişimi 20-30 yıl aldı. Bugün bir uygulamaya erişim ise günler, haftalar meselesi.

Bunun en iyi kanıtı ChatGPT'nin hikayesi. İki yıl içinde yüz milyonlarca kullanıcıya ulaştı. 2025 verilerine göre eğitim ve öğrenmede en çok kullanılan üç araç artık YouTube, ChatGPT ve PowerPoint. Dikkat edin: Google aramaları bile artık ilk üçte değil. Bu ne kadar hızlı bir dönüşüm olduğunu gösteriyor.

Peki şimdi soralım: Okulları planlayabilirsiniz. Kitapları basabilirsiniz. Müfredatı belirleyebilirsiniz. Kanunlarınız bu konularda katı olabilir. Ama yazılımı nasıl planlayacaksınız? İçeriğini nasıl kontrol edeceksiniz? Kullanıcıların buna erişimini nasıl düzenleyeceksiniz? Eğitime erişime engel mi konacak? Bir ülke vatandaşının dünyanın farklı ülkelerinde geliştirilen eğitim yazılımlarına, yapay zeka araçlarına erişimi nasıl değerlendirilecek?

Bu içerikler toplumu, öğrencileri olumsuz etkileyebilir mi? Manipüle edebilir mi? Bu kaygılar elbette boşuna değil, ciddiye alınmalı. Ama şunu da kabul etmek gerekiyor: Engellemek mümkün değil. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir yönetim bunu başaramadı, başaramayacak.

O zaman en akıllıca strateji ne? Olumsuzluklara, kaygılara karşı en etkili savunma alternatifler sunmaktır. Yasaklamak yerine daha iyisini yapmak. Engellemek yerine yönlendirmek. Korkmak yerine öncülük etmek.

Şunu biliyorum: Öğrenmeye meraklı, değişime açık, disiplinli ve sentez yeteneği olan bireyler için bu dönem muhteşem fırsatlarla dolu. Tarihte ilk kez, dünyanın tüm bilgisine neredeyse bedavaya erişebiliyoruz. Üstelik bu bilgiyi bize açıklayacak, öğretecek, hatırlatacak asistanlarımız var.

Geriye kalan tek şey, direksiyona geçip sürmeye başlamak. Ve karar vericilerin de bu aracın önünü açması.


Not: Bu başlığı, yazının daha fazla kişiye ulaşması ve içeriğin okunması için biraz provokatif tuttum :) Yoksa eğitimden vazgeçmiyorum, tam tersine daha iyisini istiyorum. Gerçekten eğitim sisteminin ciddi bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu düşünüyorum...

Yazar

Kerim Sarıgül

Kerim Sarıgül

Merak ediyorum, araştırıyorum, öğreniyorum, paylaşıyorum...

 

Yorum Ekle

Sosyal Medya Hesaplarım

 

Please publish modules in offcanvas position.